Adolf Loos Mimarlığı Hakkında

Fadime Kul
8 min readNov 28, 2020

--

Orta Çağ ve Rönesans dönemi, Aristocu ve Yeni Platoncu kavramları içeren normatif görüşün etkisi altındadır. Madde, bilgisini düşünceden almaktaydı; bu bağlamda mimar da ‘Deus Artifex’ olarak yaratıcının evreni düzenlediği role benzer bir şekilde mimarlık edimi gerçekleştirmekteydi. Normatif görüşte “güzellik kavramı; matematik, müzik ve doğa yasalarının ayrılmaz bir parçası olarak yer almaktaydı. Mimari yapıda uyum ve güzelliği sağlayan geometri ve oranlar, mimari ürünün hem dış görünüşünü hem de varoluş nedenlerini denetleyen yasalara” bağlı olmaktaydı. Bu mimarlık görüşü on sekizinci yüzyıl boyunca değişim geçirmiş, “mimarlık anlamını kutsal metinlerin otoritesinden kurtararak çağdaş uygulamalara kuramsal bir temel oluşturacak tarihin varsayımsal olarak yeniden inşası”nda aramaya başlamıştır. Gelenek; şeylerin içinde örtük olarak var olan doğrular ve kadim kurallarla belirlenen olmaktan çıkmış, toplumun değerleriyle tanımlanır hale gelmiştir. “Mutlak yargıların hakimiyeti kırılmış, yerine insan aklının ve duyularının kavrayabileceği bir değerler ve yargılar dünyasının kapıları aralanmıştır”. Pozitivist düşüncenin gelişimiyle yukarıda bahsi geçen normatif düşünce varlığını sürdürmeye devam edememektedir. Böylelikle mimarlık, içinde kesinleşmiş kuralların olmadığı bir alan haline dönüşmüştür. Mimarlık pozitivizmin saf araçsal olarak kullanılan anlamından kendini sıyırmış, seçmeciliğe ve işlevselciliğe doğru yönelmiştir. Modernizm on dokuzuncu yüzyıl pozitivist düşüncesinin bir süreği olarak, “mimarlıktaki anlamın mimarlık tarihi içerisinden çıkarılma çabasından ziyade mutlak bir yenide aranmasını öne sürmektedir. Sözgelimi sanat, Modernizm’e göre kendi varlığıyla ortaya çıkarılan gerçeğin bir simgesi olmakta, modern mimarlık ise toplumun üretim güçleriyle işlevselcilik arasında bağları kuran” olmaktadır 1.

Bülent Tanju’ya göre, geleneksel dünyada değerler ve kimliklerle birlikte doğulmaktadır; yani değerler verili ve aşkın olandır. Modern dünyada ise bu değerler ve kimlikler edinilmeye çalışılmaktadır. Geleneksel dünyanın herkes tarafından bilinen ve kabul gören, hatta kabul görmeyle ilgili herhangi bir onaya ihtiyacı olmayan değer ve kimlikleri modern dünyada anlamını yitirmektedir. Modern dünyada insan kendini “aşkın anlam arayışından kurtarmakta, anlamın kendi yapıp-ettiklerinden ibaret olduğu gerçeğinin” farkına varmaktadır 2. Tam bu noktada geleneksel dünya ile modern dünya arasında kırılmaların yaşandığı yirminci yüzyılın başlarında modern olarak henüz adlandırılmayan dünyanın mimarlık pratiği içerisinde yer alan ve sonraki yüzyıl boyunca üretimleri üzerinde konuşulup tartışılan ve etkisini günümüzde de kaybetmeyen bir aktör olan Adolf Loos’un mimarlık edimiyle ilgili sorgulama yapma, günümüzde mimarlık edimi gerçekleştiren mimarlar için yol gösterici olabilir.

Reyner Banham “Theory and Design In the First Machine Age” adlı kitabında Adolf Loos’u üne kavuşturan 1908 yılında kaleme aldığı “Süsleme ve Suç” (Ornament und Verbrechen) metni olduğundan bahsetmekte ve eklemekte Loos’un “Süsleme ve Suç” metni yazıldığı zamanın koşullarından gücünü almaktadır. Endüstriyel üretime odaklanan Alman Werkbund grubu “standardizasyonu meziyet” olarak tanıyıp “saf işlevsel sanata” ulaşma arayışları içerisindedir. Karl Gross’un “Aşağılık ve Süsleme” (Schmuck and Ornament, 1902) metni dönemin süslemeyle ilgili sorununa bir parantez açmakta ve Loos’un metni Gross’un (ve diğer herkesin) dile getirdiği sorunlara çözüm üretmektedir. Ayrıca, dönemin etkin akımı Art Neuveuo’nun (3) saygınlığını yitirmeye başladığı dönemde Loos’un bu tespitte bulunması metninin diğer bir güç kazandığı nokta olmaktadır. Bir bakıma metin gücünü dönemin ruhunu yakalayışından elde etmektedir.

İmparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin ortaya çıktığı bir dönemde Loos üretimde bulunmaktadır. O yıllarda ulus devletlerin ‘tek tipleşme’ dayatmasının yanı sıra zihinsel üretim bir o kadar hızlı ve çeşitli olarak çoğalmakta, dolayısıyla üslup ve sanatsal akımların etki süreleri kısalmaktadır. Loos’un söylemleri ve üretimleri böyle bir ortam içerisinde değerlendirilmelidir. Banham , Loos’un yaklaşımını, yeni bir üslup önermekten ziyade “tarihsel” olarak değerlendirmektedir. Yani ona göre, Loos “gelenekselcidir, geleceğe değil geçmişe doğru bakmaya meyilli” olandır 4. Loos’un gelenekselçiliği “Mimarlık” (1910) metninde şöyle ifade bulmaktadır:

Kültür çağına ait olup da zevksiz olan, eskiden kalma tek bir şey gösterebilir misiniz bana? Taşra kasabasındaki en beceriksiz ustanın elinden çıkan binalar bile zevk ürünüydü…Büyük ustalar sahip oldukları derin bilgi sayesinde dünyanın ruhuyla başkalarından çok daha yakın temastaydılar 5.

Bülent Tanju’ya göre, Loos’un kültür çağıyla kastettiği geleneksel dünya olmaktadır. Bilginin verili ve aşkın olduğu yer kırsaldır. Kentte ise geleneksel dünyada varolan bütünsellik yoktur, çünkü kentli kendi seçimleri yapmakla yükümlü ve bu seçimleriyle değerler sistemini oluşturması gereken modern bir birey olmaktadır; dolayısıyla bağlamı gereği bütünsellikten uzak olandır 2. Özetle, modern insan artık sahte ve yitirilmiş olan geçmiş yerine fiziksel olan, gerçek dünyada yaşamını sürdürmektedir. Bu bağlamda, Loos’u modern bir birey olarak değerlendirmek ve mimarlık edimini bu noktadan okumak gerekmektedir.

Loos’un metinlerinin yer aldığı “Mimarlık Üzerine” adlı kitabın “Sunuş” bölümünde Adolf Loos’un mimarlık anlayışı değerlendirilmekte ve Loos’un dönemin genel algısı olan seyredilmek için yapılan mimarlığın karşısında sert bir şekilde durduğundan bahsedilmektedir. Loos’a göre mekân insanların ruh hallerini etkilemelidir. Mimarlık ise bu ruh haline etki eden şeylerin maddesel varlık kazandırılıp mekâna dönüştürülmesidir. Günümüz kavramıyla ifade edilirse, Loos mimarlıkla bir atmosfer yaratılmasını savunmaktadır. Loos, Gaston Bachelard’ın “Mekânın Poetikası”ında belirttiği gibi bir mekânı deneyimleyip oradan ayrıldığınızda sizde kalanlar gördüğünüz detaylardan daha çok mekânın hissettirdiği duygular olduğunu vurgulamaktadır. Mimarlık deneyimlenendir, insanın duygu dünyasında oluşturdukları ve hafızasında bıraktıklarıyla ilgili olandır.

Loos, 1898 yılında yayınladığı “Mimarlıkta Eski ve Yeni Üslup: Viyana’da Sanatın Durumu Bağlamında Bir Karşılaştırma” adlı metinde, mimarlığın “binlerce yıl boyunca varolan binalardan durmadan etkilenen alışkanlık ve duygulara dayandığından bahsetmektedir. Mimar malzemelerin doğalarında olmayan duyguları malzeme kullanımıyla duyumsamamızı sağlamaktadır”. İnşa ettiği bir kilisede insanların hürmetkar olmasını, bir barda ise rahat hissetmesini sağlamalıdır. Bir mimarın tarif edilen bu ruh hallerini mimari yapılarında oluşturabilmesi için geçmişte bunu başarmış olan yapıların okumasını yapması gerekmektedir. Çünkü “insanlar bütün ömürleri boyunca hep bazı odalarda ibadet ettiler, bazı odalarda da içki içtiler”. Mimar mesleği-sanatı konusunda ciddiyse bu duyguları bilen ve hesaba katan olmalıdır. Ayrıca mimarın çağının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için modern bir insan olması gerekmektedir.Çağdaşlarının kültürel ihtiyaçlarına cevap verebilen, kültürün en ön saflarında yer alan bir birey olması gerekmektedir. Böylece, herhangi bir değişikliğin kötüye değil de daha iyiye doğru yol almasını sağlayabilecek bir görev üstlenebilir. Ek olarak, Loos’a göre mimarların ofislerindeki masalarından ayrılıp şantiyeye daha sık uğramaları, yapımı yerinde kontrol etmeleri gerekmektedir. Çünkü, yapımı el işçisine bırakmak niteliksiz sonuçlar doğurmaktadır. Şantiyeye uğrayan mimar ise yapım ve zanaat ile ilgili daha derin bilgiye sahip olacaktır diye bahsetmektedir.

Loos’a göre mimarlar bulundukları yerdeki insanların kullandıkları biçimleri akıllarına kazımalı ve o biçimlerin var olma nedeni hakkında düşünmelidir. Çünkü, bu tavır ‘özün belirgin kılınmasını’ sağlamaktadır. Ona göre, biçimde ilerleme teknik gelişmeler doğrultusunda gerçekleşmelidir. Gelenekten gelen biçimlerin kullanımıyla karşılaşılan “eski moda olma” eleştirilerinden korkulmamalıdır, çünkü daha iyiye gitme sağlamıyorsa inşaat yapma tarzının değiştirilmesi gereksiz olmaktadır. Loos için çalışan formların değiştirilmemesinin ikinci nedeni, sıfırdan başlanan bir tasarımda harcanan enerji ve denemelere harcanan paranın israf olarak görülebileceğidir.

Adolf Loos, moderniteyi gelenekten bağlarını kasıtlı olarak koparan bir dönem olarak değerlendirmemekte, daha çok geleneğin çok özel bir devamı olarak kabul etmektedir. Modern insan iç ve dış bütünlüğünü kentlerde sağlanamadığından dolayı dış dünya (paranın ve eşdeğer olan her şeyin kamusal dünyası) ile iç dünya (devredilemez ve benzersiz olan) arasındaki ayrım bilinçli bir şekilde kurgulanmalıdır. Loos bu ayrımı ‘Raumplan’ ile sağlamaktadır. Mesken (iç mekân) dışardan sınırlandırılmakta, örneğin pencereler insan göz hizasının biraz üzerinde yerleştirilerek, dışarıyla olan bağlantı bir nevi perdelenmektedir. Meskeni oluşturan farklı mekanlar (birimler) arasında bu sınır bu denli güçlü olmamakta, hatta zıtlıkların yaratımıyla farklı karşılaşmalar sunan mekânsal yerleşimler kurgulamaktadır. Böylece, muğlak farklı deneyimlere olabildiğince imkân sunan bir iç plan deneyimi elde edilmektedir. Bu deneyimi üç boyutlu bir tasarım tekniği olan Raumplan ile sağlanmaktadır (Şekil 1). Raumplan; farklı kotlarda farklı yüksekliklere sahip mekânsal birimlerin bir yapboz gibi bir araya gelişiyle elde edilmektedir. Farklı atmosferlerin biraradalığı; karanlık ile aydınlık, yüksek ile alçak, büyük ile küçük, samimi ile resmi kontrastlarla özel bir karakter yaratılmaktadır. Raumplan’ın dış görünüşü (biçimi) ise ‘mütevazi’ olmalıdır. Çevresiyle uyumlu ve inşa edildiği şehrin geleneklerini sürdüren bir yapı mütevazi olarak adlandırılmaktadır.

Şekil 1: Adolf Loos “ The Moller House” Raumplan organizasyon şemaları (Risellada, 1988, ss. 37–39)(6).

Adolf Loos’un “Süsleme ve Suç” (1929) metnine geri dönecek olursak: Geleneksel dünyada ve kırsalda süs insanların iç dünyalarını yansıtmak, kendilerini bütünlemek için gerçekleştirdikleri bir şeydir; Modern dünyada bu iç-dış bütünlüğü sağlanamayacağı için süsün terkedilmesi gerekmektedir. Loos geleneksel ve modern dünya arasında süs kullanımının farkını şöyle açıklamaktadır:

Papualı kendi derisini, teknesini, küreğini, kısacası elinin ulaşabileceği her şeyi dövmelerle kaplar. Papualı cani değildir. Kendine dövme yaptıran modern bir insan ya caninin ya da soysuzun tekidir…Papualı’da ya da çocukta doğal olan bir şey, modern yetişkin birinde yozlaşma göstergesidir. Şöyle bir keşifte bulundum ve bunu dünyaya aktardım: Kültürün evrimi, her gün kullanılan nesnelerden süslemenin kaldırılmasıyla eşanlamlıdır (5).

Loos’a göre, süsleme ekonomik açıdan bakıldığında bir suç olmakta, çünkü insan emeğinin, para ve malzemenin boşa harcanmasına yol açmaktadır. Yaşanan herhangi bir moda değişikliğiyle işçinin emek ürünü süs barındıran nesne zamanından önce değer kaybetmektedir; dolayısıyla ona göre bir nesnenin biçimi kalıcı olmalı, kendi ömrü tükenene kadar geçerliliğini korumalıdır.

Bir tüccardan farklı olarak sanatçının gözünde bütün malzemeler aynı değeri taşımalıdır. Çünkü, insan emeği, beceri ve sanatla malzeme değer kazanan olmaktadır. Niteliklilik ise niceliksel ve niteliksel özelliklerin birlikte var olmasından ortaya çıkan olmaktadır. Bu bağlamda, Loos’un zamanında değerli görülen niceliksel özelliklerle ilgilidir, yani malzeme kullanımında işçinin ne kadar emek harcadığı, kaç saat çalıştığı önem kazanır hale gelmiştir. Oysa önemli olan, iyi malzemenin nitelikli işçilikle üretimi olmalıdır. Örneğin Loos, granitin kırma bir taş olarak kaldırımda sıradan bir malzeme olarak ya da duvar yüzeyinde cilalı etkileyici bir şekilde kullanılabilmekte olduğundan, sonuçta granitin değeri-niteliğinin bir taş olarak değişim göstermediğinden, niteliğini etkileyen şeyin onun maharetli ellerde işlenmesiyle ilgili olduğundan bahsetmektedir. Eski zamanlarda insanlar kolay elde ettikleri malzemeleri mimari ürünlerde kullanırlardı, malzemenin ne kadar uzaktan geldiği ekonomiyle alakalıydı, onun niteliğini etkilemezdi. Loos, eski zamanlarda sanatın, yani işin niteliğinin bugünden daha değerli olduğunu söylemektedir. Bugün ise fazla zaman ve mesai harcanan işler değerli bulunmakta, onun üzerinden değer/paha biçilmekte, pahalı olanı elde etme bir güç göstergesi olarak önemli bulunmakta, bu nedenle de malzemenin asıl değeri yani sanat ile elde edilen nitelikleri geri planda kalmaktadır. Sanatla elde edilene örnek olarak, bezemeleri Michelangelo’un elinden çıkmış alçı duvar cilalanmış granitten daha iyi durabilmektedir. Günümüzde çimento ucuz malzeme olarak nitelikli bir şekilde kullanılabilir, fakat onun taşmış gibi taş ustasının elinden çıkmış gibi kullanılması, yani malzemenin kendi doğasına uygun olarak değil de taklit edilerek kullanılması onun niteliğinde kayba neden olmaktadır. Böylece taşmış gibi kullanılan çimentoyla gösterişli/pahalı olanı elde etme çabası bugünün niteliksizliğinin nedenidir, oysa en ucuz malzemeler dahi sanatçının elinde nitelikli hale gelebilmektedir. “Hem Tanrı’nın hem de sanatçının gözünde bütün malzemeler aynı değerdedir. İyi malzeme ve nitelikli işçilikle elde edilemeyecek lüks yoktur ki bu nitelikli üretim lükste süslemeyi de geride bırakacaktır. Ayrıca, iyi malzeme Tanrı’nın kendi harikasıdır”. Doğada malzeme çeşitliliği diye bir şey vardır ve malzeme çeşitliği işçilik farkıyla nitelikli olanın ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

Loos’a göre, malzeme kullanımı ile nitelik şöyle sağlanmaktadır: İnsanlar yaşadıkları mekandaki malzemeleri hissetmeli, malzeme kullanımları onları etkilemeli, kendilerini içine alan odanın farkında olmaları gerekmektedir. Fotoğraf etkisi yanıltıcıdır. Mekânı oluşturan malzemelerin deneyimlenmesiyle nitelikler hissedilebilir. Mekânda görsel olanın ötesinde duyusal olanın etkisi daha önemlidir. Örneğin, tasarladığı “sandalyeye rahatça oturmalarını ve sandalye ile çevresel dokunma duyularının geniş alanı arasındaki teması hissetmelerini ve ‘olması gerektiği gibi oturmak budur işte’ demelerini” istediğinden söz etmektedir. Özetle, Loos’a göre malzeme kullanımında önemli olan duyusal deneyimlerin çokluğu, farklı deneyimsel katmanların yer aldığı bir mekânın oluşturulmasıdır(5).

Şekil 2: Adolf Loos “ The Müller House”.

Bu yazı “GÜNÜMÜZ VE YAKIN GEÇMİŞTE MİMARLIK EDİMİNDE NİTELİK SORUNSALI” adlı tezin bir bölümünden oluşturulmuştur.

https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp

Notlar:

  1. Colquhoun, A. (2005). Mimari Eleştiri Yazıları (A. Cengizkan, Çev.). Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, İstanbul.
  2. Tanju, B. (2002). Adolf Loos Üzerinden Bir Okuma: ‘’Modern’’ Mimarlık ve Gelenek, Arredamento Mimarlık, s. 01–2002, s. 46–48.
  3. Art Nouveau: Farklı ülkelerde farklı isimlerle anılan akım, Fransa’daki adı Art Nouveau, İspanya’da Modernista, Almanya’da Jugendstil, Belçika’da Stile des Vingt, İtalya’da Stile İnglese, Stile Liberty ve Stil e Floreale, Avusturya’da ise Secessionstil veya Wiener Secession ’dır. Endüstri devrimi ile el zanaatlarının azalması, standart üretimin yaygınlaşmasına karşı gelişen akım, sanatçıların bir araya gelerek, el sanatlarını tekrardan yükseltme çabalarıdır.
  4. Banham, R. (1980). Theory and Design In the First Machine Age. 1st MIT Press paperback (Ed.), Mass: MIT Press, Cambridge.
  5. Loos, A. (2015). Mimarlık Üzerine (A. Tümertekin, N. Ülner, Çev.). Janus Yayıncılık, İstanbul.
  6. Risselada, M. (1988). Raumplan versus Plan Libre: Adolf Loos and Le Corbusier 1919–1930. Delft University Press, Netherlands. <https://pdfs.semanticscholar.org/2b13/9ba11b147ba416b26e2bc1081 27c2f6b02dc.pdf> alındığı tarih: 25.08.2019.

--

--